CEM GEYLANİ

Yaşamının büyük kısmı Almanya, İsviçre, İtalya, İngiltere, Japonya, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerde geçmiş, sayısız önemli mektep medrese bitirmiş,Davutpaşa 1926 İmparatorluğu’nun 128 numaralı üyesi moda tasarımcısı ve terzi Cem Geylani aslında Fındıkzade ve Esekapı kedilerinin yakından tanıdığı bir sima değil ne yazık ki. Onu şu ana kadar lokaldetopu topu birkaç Davutpaşa 1926 yiğidi gördü sadece. Özcan Kır gibi, Bediz Baysal gibi, Davut Kılıç gibi.
Geylani’nin son üç yıl içinde geldiği maç sayısı da üç ile sınırlı kalınca, bu emsalsiz Davutpaşa 1926 yiğidinin şöhretininAlipaşa mırnavları arasında yaygın olmaması şaşırtıcı değil elbette. Hele hele bazı muzip Yedikule mırnavlarının, Geylani’nin aramızda olduğu ve puan yitirdiğimiz maçların (ikinci amatörde, 0-1 yenildiğimiz Göktürk karşısındaki şampiyonluk maçıve birinci amatörde, 2-2’lik lanetli Emirefendi deplasmanı gibi) günahını, vebalini bu değerli moda tasarımcısının ayaklarının uğursuzluğuna yüklemelerini acı bir gülümsemeyle karşılıyorum!!!
Geylani soyadından anlaşılacağı gibi 12. yüzyılda Kadirilik tarikatını kuran büyük İslam mutasavvıfı Abdülkadir Geylani’nin bilmemkaç kuşaktan torunu. Babası ise başarılı bir diplomat. Yabancı ülkelerde uzun süren yaşamının da başlangıcında bu var zaten.
Evet, Cem Geylani 24 Temmuz 1957 tarihindeki doğumundan itibaren diyardan diyara savrulan bir yiğit oldu. Çocukluğu, ilkgençliği, evlilikleri, çocukları, sevgilileri, yıllarını geçirdiği Avrupa, Asya ve Yeni Dünya deneyimleri, gündüz düşleri, gece çılgınlıkları, dorukları, çalkantıları, dibe çakılışları, bitmeyen tükenmeyen ve hiç tükenmeyecek olan çalışmaları ve 2006 sonunda yurda dönüş yaptıktan sonraki faaliyetleri (söz gelimi İstanbul Teknik Üniversite’deki öğretim görevlisi olarak yaşadığı ayrıksı günler)anlatmakla bitmez. Çok renkli çünkü, ayrıntılar feci fazla.
Bu nedenle ben onun varoluşunu temellendiren moda tasarımcılığıyla ilgili görüşlerini özetle sunayım.
Cem Geylani şöyle diyor. ‘’İlkin şunun altını çizeyim moda tasarımcılığı bir sanat değil, bir zanaat. Üstelik de bugün etrafında koparılan onca tantanaya karşın çok da gerekli, mühim bir etkinlik değil. Hatta moda tasarımcılığını fuzuli bir faaliyet olarak da nitelendirebilirim. Tabi bu meslek gurubunu oluşturan meslektaşlarımın bana katılmadıklarını, kendilerini fazlasıyla önemsediklerini gülümseyerek izliyorum.
Çünkü moda tasarımcıları hep modası geçecek, çöpe atılacak ürünler üretirler. Bu insanlık için hiç de gerekli değildir aslında. Ama tarihe baktığımızda insanların hep giyim kuşamlarına çok düşkün olduklarını görüyoruz. Şahane bir oyalanma biçimi oluşturuyor moda ürünleri onlar için. Hep böyle olmuş, kuşkusuz gelecekte de böyle olacak.
Moda tasarımcılığı sanat değil dedim, ama şunun da altını kalın kalın çizeyim; moda tasarımcılığı yoğun biçimde sanatlardan beslenir. Beslenmesi gerekir çünkü. Sinemadan, heykelden, mimariden, resimden filan.
Moda tasarımının temel ögesi bence ‘görmek’tir. Görmek çok önemlidir; dünyaya algılarak bakması gerekir moda tasarımcısının. Çünkü doğa bize ahenk dediğimiz ana kavramın verilerini sunar. Doğa ahenklidir. Tasarımcı, insan ve hayvan bedenlerine, çevresini kuşatan doğaya baktıkça bu ahengi yakalar, içselleştirir. Bunun sonucu da bu içselleşen unsurlar yaratılan yapıta yansır.
Tasarımcı sanata yatkın olmalıdır. Farklı alanlardan tıka basa beslenmelidir. Çünkü sanattan tüketim ürününe doğru bir süreç işleyecektir. Sanatın tasarımcıya sunduğu verilerin izdüşümleri yaratılan moda tasarımında kaçınılmaz biçimde yer alacaktır.
Elbette çizimler için el becerisi olmalıdır. Bu beceri geliştirilebilir kuşkusuz. Ama bazı yetenekler doğuştan ya vardır, ya da yoktur. Çalışmak yeterli değildir tek başına. Yetenek kısmı için Latinlerden bir alıntı yapayım, ‘Sine quanon’ diyeyim. Yani yetenek işin olmazsa olmazıdır, ama asla yeter şart olarak görmemek gerekir bu temel ögeyi. Tasarımcı gözlerini dört açarak dünyayı gözlemlemeli, çevresinde olan biteni en ince ayrıntısıyla algılamalıdır.
Ben deneyimli bir moda tasarımcısı olarak bugünün üniversitelerinde yapılan moda eğitimini tamamen gereksiz buluyorum. Çünkü yirmi yaşından sonra hiçbir şekilde bir moda tasarımcısı yetiştiremezsiniz. Yirmi yaşından sonra sanatçı olamazsınız. Bu yaşa kadar edinilmesi zorunlu olan bilgiler ve yetenek ya edinilmiştir, ya da edinilememiştir. Edinilmişse mesele yok da, edinilememişse ne kadar çabalarsanız çabalayın, çabalarınız nafile kalacak ve işe yaramayacaktır.’’