MEHMET ECEVİT
Davutpaşa tarihine şanlı 1968 yılından bu yana futbolcu, antrenör ve yönetici olarak adını yazdıran Sıtkı Özcan’a sorarsanız Mehmet Ecevit olumlu kişiliği, savunmadaki çok sert ve güçlü futbolu, dahası düş gücümüzü zorlayan sertlikteki şutlarıyla çok özel bir yerde durur. Sıtkı Özcan der ki : ‘Mehmet Ecevit bugün oynasaydı, günümüzün çim sahalarında, hafif ve vurmakta asla zorlanmayacağınız toplarla,taaaaa kendi ceza sahasından bile rakip fileleri dalgalandırmakta tereddüt etmezdi. Toplara öylesine balyoz gibi, ama cetvelle itinayla çizilmişçesine vururdu! O çamurlu sahalarda, şişmiş, bir ton olmuş, gülleden farksız, yamuk yumuk meşin yuvarlaklara.’’
Mehmet Ecevit 11 Mayıs 1955 doğumlu. Davutpaşa ailesinin boğalarından. Konya kökenli Baba Süleyman halci, yine Konya ahalisinden Fatma Anne ise ev hanımı. Dört kardeşin üçü oğlan, biri kız. Küçük kardeş Mesut da Alipaşa kedilerinin iyi tanıdığı bir sağaçık.
Ecevit’in Çukurbostan’a gelişi yetmişlerin hemen başında. Rıdvan Şumlulu’nun onayıyla jünyör takımda başlamış. İlkin Aşık Baba’nın yanında malzemeleri taşıyarak başlamış. Ağır ağır çıkmış merdivenlerden. Jünyörler (14-16), gençler ve A takımda 1975 senesine kadar oynamış.
1975-76 senesinde büyük umutlarla Karagümrük’e gelmiş. Enis Karaduman’ın başkanlığında, parasızlığın egemen olduğu karmakarışık, düzensiz kırmızı siyahlı camiada mutlu olamamış. Savunmanın ortasında bir başka Davutpaşalı Zihni Aydın ile birlikte ter dökmüş. Savunmanın boy ortalamasının korkunç uzun olduğunu hatırlıyor o tatsız günlerde. Kaleci Deli Nuri, sağbek Ercüment, solbek Cemil. Orta sahaya Davutpaşa1926 ailesinden Zülfü Becerikli’yi de ekleyelim.
1976 yazı mutlu bir transferle Ecevit’i Doğu’nun güçlü takımı Erzurum’da görüyoruz. Mavi beyazlı formayı üç yıl taşıyor. Taraftarın gözbebeği oluyor, hem defansta sağlam oyunuyla, hem de uzaktan salladığı füzelerle. İlk yıl üçüncü kümede Erzurum.
İlk günlerde yaşadığı tatsız bir olay Alipaşa’da anlatılıyor hala. Bir ramazan günü. Mevsim hazırlıkları yapılıyor henüz. Palandöken’de kamptalar. Ecevit yemek sonrası Cumhuriyet Caddesi’nde tek başına yürürken, kürdanla dişlerini temizliyor. Ecevit kürdanla dişlerini temizlerken, dönemin kentte, devlet güçlerinin denetiminde terör estiren MHP’li on kişilik bir gurubun saldırısına uğruyor. Muştayla suratı parçalanıyor. Bu vahşi olay yerel basına yansıyor. Belki tatsız bir başlangıç bu ama ilerleyen günlerde Ecevit bir anda herkesin tanıdığı ve saygı gösterdiği bir topçu oluyor. Çünkü hazırlık maçları başlamıştır ve Ecevit başarılı futboluyla seyircinin gönlüne girmiştir.
Ecevit Erzurum günlerinde, futbol etkinlikleri dışında en çok kafelerde zaman öldürdüğünü söylüyor. Hocası Tınaz Tırpan, en iyi arkadaşları ise Osman Denizci ve sağbek, takım kaptanı Sabahattin.
1979 yazı. Bir sonraki durak Balıkesirspor. Ama Ecevit için mutsuz bir deneyim bu. Çünkü çalıştırıcı Muhittin Kıpçak ile iyi geçinemiyor ve mevsimin ortasında topluyor bavulunu.
Ecevit için başka bir mutsuz deneyim de Doğu’nun kayısı imparatorluğu, General Kılıç’ın anayurdu Malatya’da geçiyor. 1980-81 mevsimi. Davutpaşalı takım arkadaşları İsmail Mehmet Erdoğan ve Arif Erener’in varlıklarına karşın berbat diye nitelendirebileceği bir mevsim bu da. Beceriksiz ve niteliksiz bir yönetimin futbolcuları gereksiz hırpaladığı, karanlık günler.
Neyse Kadri Aytaç elinden tutuyor bu kez de, sarı kırmızılı Kayserispor kulübüne adımını atıyor. Ortalarda biten bir mevsim 1981-82.
Mehmet Ecevit’i ikinci kümeden üçüncü kümeye düştüğümüz 1982-83 ayaktopu döneminde yeniden aramızda görüyoruz. Davutpaşa1926 formasını sırtına geçirdiğinde biraz kilo sorunu var ama mücadele etmesini iyi biliyor. Ama yaş 27 ve askerliğini artık erteletecek hali kalmamış. Sezon ortasında Davutpaşa formasını sırtından çıkarıyor. Bu forma çıkarma aynı zamanda futbolu bırakmasıyla da eş anlamlı.
Davut Kılıç öğrencisinin futbol biçemini şöyle anlatıyor. ‘’Mehmet savunmanın göbeğinde, kesici oynardı. Hem sağ ayağı, hem de sol ayağı boğa kadar güçlüydü. Boyu 1.85 olduğu için kafa toplarında da harikaydı. Çok sert bir savunmacıydı. Adam geçer top geçmez derler ya, öyle. Toplara vuruşu efsaneydi. Dehşetli bazukalardı şutları. İdmanlarda hep vuruşlara çalışırdı. Topları diker, otuz, kırk, elli metreden kaleye vurur da vururdu. Güçlü olmasına karşın tekniği de iyiydi Mehmet’in. Asla kazma diyebileceğimiz stoperlerden değildi. Rıdvan Şumlulu ayak içlerini de hakkıyla öğretmişti kendisine. Paslarını ve geriden oyun kuruşunu da çok beğenirdim. Beğendiğim başka bir yönü de disiplini ve çalışkanlığıydı. İdmanları aksatmaz, hocalarına saygı gösterir, büyük gücüne karşın asla kasıtlı hareketler yapmazdı rakiplerine. Olumsuz söyleyebileceğim tek şey Mehmet’in kilo sorunuydu. Küçüklüğünde de kiloluymuş. Oysa kardeşi Mesut zayıftı. Hep anlatırlar. Evde bu nedenle babadan dayakları hep Mehmet yermiş. Sopa yedikçe dayanıklılığı artmıştı demek ki, kaya kıvamına gelmişti.’’
Mehmet Ecevit’in askerliğinin acemilik günleri Edirne Keşan’da geçti, piyade erdi. Usta birliği ise İzmit karargah. 18 ay kaldı burada.
1985 yılında terhis olduğunda ticarete atılıyor Ecevit. Abi Hasan’ın yanında küçük yaşlardan itibaren ambarcılık yapması Allah’ın emri tabi. 1987 yılına kadar kendisini Eminönü’ndeki halde ambarcılıkla uğraşırken buluyoruz. 1987-2000 arası ise Bayrampaşa halinde komisyonculuk ile geçiyor.
Mehmet Ecevit yirmi birinci yüzyıla girdiğimizde, beyaz sayfa açıyor yaşamında. Mesut biraderin yanına KozyatağıHali’ne geliyor. 2000’den bu yana Asya Yakası’nda meyve ve sebze satıyor toptancılara.
Ecevit’in dünya evine girişi 1986 yılında. Anababa yurdu Konya kökenli Fatoş Hanım ile bugüne kadar dırıltısız bir birlikteliği sürdürüyor. Aynen Mesut kardeş gibi erkek evlatlar bu birlikteliğin verimli meyveleri. Süleyman ve Batuhan adları.
Mehmet Ecevit Davutpaşa1926 ailesinden en çok Necip Timurözü, Şerif Çekiçler, Süha Kartallıoğlu ve Ömer Ali İpekoğlu’na yakın. Ama Ali Evren abisini de hayırla anıyor. Kendisine Samatyameyhanelerini ve hayatın hem neşeli, hem de karanlık yanlarını genç yaşta tanıtan Ali abisi onun için oldukça özel.
Komik bir askerlik anısını hiç unutamıyor. Ecevit askerlik günlerinde Ali abisine bir çift pabuç siparişi vermiş, parasını da annesine göndermiş. EvrenEcevit’lerin evine uğrayıp parayı almış ama kolayca tahmin edilebileceği gibi ayakkabıları bırakmamış. Ecevit hala bekliyor ama gülerek.
Ecevit, Müfit Değer konusunda yorum yapmıyor, gezmeyi sevdiğini söyleyerek konuyu değiştiriyor. Fenike ve Güney özellikle tutku duyduğu bölgeler. Posta, Habertürk ve Sabah okuyor. Televizyon izlenceleri arasında özellikle evlenme yapımlarının hastası. Esra Erol’un sunduğu yapım en çok beğendiği.
Ecevit kulağına hoş gelen her müziği dinliyor, yerli olsun, yabancı olsun. Karadeniz müziği özellikle yeğlediği tür. Davut Güloğlu ilk aklına gelen isim.
Kendini şöyle tanımlıyor. ‘’İyi niyetli biriyim. Asla kötü düşünmem. Bir şeyin hep oluruna kafa yorarım. Huzurlu olmayı önemserim, hem de çok. İnsanlarla ilişkilerimi hep olumlu tutarım. Büyüklerime karşı saygılıyım. Güçlü biri olmama karşın kavga etmeyi sevmem. Sorunları hep karşılıklı konuşarak halletmeyi yeğlerim. Hayvanları sevmiyorum. Ne kedileri, ne de köpekleri. Top oynarken kendime herhangi bir model almamıştım. Ama Hagi ve Hakan Şükür’ü beğendiğim topçular arasında sayabilirim. İlkin Fenerliydim, şimdi Cimbomluyum. Fatih Terim zamanında gelen Avrupa başarıları takım değiştirmemde etkin olmuştu. Gençlikte motora binmekten haz duyardım. Mobiletim vardı. Şimdi Honda kullanıyorum. Epey sakin bir şöförüm. Siyasi görüşüm Akepe doğrultusunda. Ama MHP’ye de yakınım, onlara da oy verdiğim oluyor kimi seçimlerde. Nükleer santrallar ve Hes’ler ilgi alanım dışında, üzerlerinde kafa yormuyorum. Gezi direnişini ise mantıksız buluyorum. Siyaset karıştı işin işine, başka oyunlar dönüyor orada. En beğendiğim sanatçı Sibel Can. Şarkıcılığı da, dansçılığı da, oyunculuğu da mükemmel bence. Emel Sayın’ı da beğenir ve dinlerim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse sinema da, tiyatro da ilgi alanıma girmiyor. Gençliğimde de öyleydi.’’