MUHARREM ÖNEN




                                        




‘’15 Aralık 1955, Elazığ doğumluyum. 1960 yılında İstanbul’a geldik, Cerrahpaşa semtine yerleştik. Altı nüfuslu bir aileyiz. Dört erkek kardeşiz. Elazığ ile ilişkilerim hala sürüyor, severim yurdumu. Köyüm Pınarlar’ı. Zaman zaman giderim, top oynarken de giderdim.
 
Elazığ’da eskiden yol yoktu, su yoktu, babam bu nedenle göçmüş İstanbul’a. Geçim zorluğu diyeyim. Çiftçiydi köyde. Dedem getirmiş babamı. Sonra bir dayanışma içinde öteki aile üyeleri gelmiş.
 
İlkokulu Aksaray İlkokulu’nda okudum. Engin Verel okul arkadaşımdı. Mahallede de her çocuk gibi top oynardık. Davutpaşa orta okulu ve lisesine devam ettim ama lise sondan ayrıldım.
 
1968 yılında Davutpaşa kulübü seçmelerine katıldım Çukurbostan’da. Jünyör takımı vardı o günlerde Davutpaşa’nın. Semtten arkadaşlarım Tahir, Yavuz filan kazanmıştı seçmeleri. Ben onların kaleciliğini yapardım arsalarda.
 
Rıdvan hoca beğendi kaleciliğimi, Sen geliyorsun, dedi. Bir sene çalıştım, 1969 yılında lisansım çıktı. Genç takımda oynamaya başladım. Bir sene oynadım genç takımda. Hemen ardından da A takımda. Genç milli takıma çağırdılar beni, Engin Verel ile birlikte. Sonra da İstanbul karmasına seçildim.
 
Genç milli takımlarda o günlerde de adamcılık yapılırdı, belli oyuncular kollanırdı. Şimdi de var, farklı değiliz bu konuda. Bu nedenle elendim genç milli takımdan.
 
1973 yılına kadar Davutpaşa’da kalecilik yaptım. Profesyonel takımda amatör olarak oynadım. Engin Verel ile birlikte. Engin kardeşimiz bir yıl sonra Galatasaray’a transfer oldu.
 
Davutpaşa’yla olan anılarım çok sıcak, çok güzel. Başkan Müfit abi değerli biriydi. Çukurbostan’ın oluşum süreci gözlerimin önünde. Başkanın traktör üzerindeki çalışması. Kurulan takımlar, akıtılan terler. Çocuktuk, seyrediyorduk. Sonra büyüdük, Perşembe maçlarına sık sık gelir olduk. Ayrıca kupa maçları da yapardık burada.
 
Zaman geçtikçe deneyim kazandım. Paradan çok futbolcu olmak istiyordum. Takım içindeki arkadaşlıklar da çok güzeldi. Herkes birbirine yardımcı olurdu. Benim zamanımda jünyör takımların sayısı dörttü Türkiye’de. Galatasaray, Beşiktaş, Eskişehir ve Davutpaşa. Zevk alırdık top oynarken. Genç ve A takımı maçları iç içe geçerdi, Cumartesi genç takımla oynardım, Pazar ise A takımıyla. Kaptan Enver Tuna da aynı şeyi yaşardı, iki karpuzu sığdırırdı benim gibi, koltuk altına. Çok yetenekli gençler bir araya gelmiştik; Enver Tuna, Engin, Coşkun, Celal, Yavuz, Tahir filan. Kolay değildi bu. 28-30 yaşlarındaki koca adamlarla oynuyorduk karşılıklı. Biz çocuktuk o günlerde, yetenekliydik ama çocuktuk. Rıdvan abimiz sağolsun, severdi bizi, güvenirdi, şans verirdi. On beş, on altı yaşında genç takımda, yirmi yaşında birinci ligde oynardı bizdeki yetenekler. Rıdvan abi koymuştu bu hedefi, böyle bakıyordu futbol oyununa.
 
A takımla oynadığım ilk maçı hiç unutamıyorum. Edirnespor ile deplasmanda karşılaşmıştık. Eski Galatasaraylı Benan filan oynuyordu, güçlü bir takımdı. Ben çocuktum, tıfıldım. Çok iyi oynamıştım, böylece formayı kaptım.
 
Ben 1960 yılından beri Fındıkzade semtindeyim. Hiç ayrılmadım buradan. Herkesle aram iyidir. Arada sırada limoni olsam da. Kalbim temizdir, herkes tanır beni. Enver Tuna ve Engin Verel en iyi arkadaşlarım.
 
1974 yılında, Bediz Baysal’ın ön ayak oluşuyla Tekirdağ’ın yolunu tuttum. Tekirdağspor’da iki sene oynadım. Profesyonel olmuştum artık. Takımımız oldukça güçlüydü. Halil İbrahim’ler filan oynuyordu, bayağı iyi takımdı. Şampiyonluğa göz dikmiştik.
 
Göze batmışım demek ki, amatör milli takıma çağırdılar. Ankara’ya gittik. Arap Çetin ve Doğan Andaç antrenörlerimizdi. Çok iyi bir takımdık. Samet Aybaba, Kemal Kılıç, Galatasaraylı Öner, Bolusporlu Sadullah gibi oyuncularla. Allah razı olsun Doğan Andaç’tan, hakkımı yedi, oynatmadı beni.
 
Beşiktaş’tan teklif geldi bu kez. 1976/77 mevsimiydi. Beşiktaş 150 bin liraya transfer etti beni. Büyük bir tutardı. Dört sene Beşiktaş takımında kaldım. Mete abiyle birlikte koruduk kaleyi. Bazen o oynardı, bazen de ben. Epey gençtim o günlerde, yirmisini henüz doldurmuştum.Yaşlılar hep eziyordu beni. Sağ olsunlar hep eziyorlardı. Önden koşarsın idmanda, Neden önde koşuyorsun? Arkada kalırsın, Neden arkada kaldın? Mete abi de, oynayacağım günlerde engel olurdu kimi zaman.
 
1977/78 mevsimi Beşiktaş’ta revizyon senesiydi. Rahmetli Gündüz Tekin Onay antrenör olmuştu. Transferler yapıldı. Kemal Kılıç, Bursa’dan Kemal Batmaz, Samsun’dan Hayri, Altay’dan Mithat,  Mustafa, bir de Paunoviç. Bayağı güzel bir takım kurulmuştu. Ligde ikinciydik. Ama takımın yaşlı abileri bir kulis çevirdiler, Gündüz Tekin Onay’ı yediler. Böyle olunca, yeniden yaşlılar takıma girdi, gençlerin önü kapandı.
 
Genç takımı Serpil hoca çalıştırıyordu o yıllarda. Sakın bir yere gitme, seni kalede oynatacağım, dedi. Bu koşullarda çok zor, diye yanıtladım. Üstelik de aile koşullarım iyi değildi bu günlerde. Gideceğim, dedim. Aman evladım, gitme, dedi ama istikbalimi düşünmek zorundaydım, kararımı vermiştim. Süleyman Seba beni Düzce’ye göndermek istediğini söyledi. Orada oynayarak deneyimimi arttırabilecektim.
 
Düzce ikinci kümedeydi, kuvvetli bir takımdı. Her sene şampiyonluğa oynarlardı. Düzce’de dört yıl kalecilik yaptım. Her sene yılın karmasına girerdim. İyi kaleciler arasında Nurettin ve Yaşar ile çekişirdim. Düzce sonrasında Antep’e transfer oldum, Yaşar da Fenerbahçe’ye. Antep’te oynarken, A milli takıma çağrılacaktım ama Coşkun Özarı önümü kesti, engelledi beni. Üç yıl Antep kalesini koruduktan sonra Kadri Aytaç beni kandırdı. Karşıyaka’ya gelmem için ikna etti. Bir yıl da orada file bekçiliğine soyundum. Ardından da iki yıl Kırklareli’nde. İkinci kümedeydiler o yıllar. Sonra Mehmet Oğuz çağırdı, amatörlüğe döndüm. Kadırga’da bir sene top oynadım. Böylece jübile yapmadan 1990/91 mevsimi sonunda futbola veda ettim.
 
Sonra döndüm Davutpaşa’ya. Davut abiyle birlikte bizim takımın teknik yönetimini üstlendim. 1992-1993 yılına kadar hem kalecilik, hem de antrenörlük yaptım. Genç takımlar ve U14 düzeyinde bayağı iyi takımlar oluşturduk. U14’te şampiyonluk yaşadık.
 
Futbol federasyonun açtığı kurslara gittim bu dönemde. A kursunda Sepp Piontek’ti hocamız. Başarıyla bitirince, Fenerbahçe’den teklif aldım. Şükrü Ersoy’dan. Üç sene çalıştım orada, Turan Sofuoğlu, İsmail Kartal, Timuçin Çığ, Şükrü hoca ve Cemil Turan ile. Bayağı iyi işler yaptık.
 
Sonra rahmetli Gündüz abi milli takıma çağırdı. Genç milli takımda çalışıyordum. Kaleci antrenörü ve seçici olarak görev alıyordum. Türk futboluna bayağı iyi topçular kazandırdım. Tuncay Şanlı’lar, Selçuk Şahin’ler, Tolga Zengin’ler, Serdar Kulbilge’ler, Semih Şentürk’ler.1980 ile 1987 doğumlular arasında görev yaptım milli takımlarda.
 
Sonra Galatasaray’a geldim, Fatih Terim dönemiydi. Yıldız takımı filan kurduk, Arda’lar, Aydın Yılmaz’lar, Uğur Uçar’lar. O takımla Türkiye şampiyonlukları tattık. Ama üçüncü yıl ayrıldım sarı kırmızılılardan.
 
Bu kez Beşiktaş’ta çalıştım. Sene 2005. Altı yıl sürdü bu beraberlik. Hem seçicilik, hem antrenörlük yaptım. Ama bazı tatsızlıklar oldu, ayrıldım. Ama iyi şeyler başardığıma inanıyorum. Beşiktaş’ın altyapısı artık bayağı iyi, bayağı sağlam.
 
2012’de bir süre Davutpaşa altyapısıyla ilgilendim ama yürümedi. Davut Kılıç ve Sıtkı Özcan ile ters düşmüştüm çünkü. Sonra Hüseyin abim rahatsızlandı. Ameliyat oldu. Onunla ilgilendim. Aralık ayı sonlarına kadar böyle sürdü.
 
Bal liginden Dikilitaş teklif getirdi bana. On altı takımlı ligde 15. sıradaydılar. Deli misin, sakın alma, kümeden kalma şansları yok, dediler. Kulak asmadım. İki ay içinde toparladım takımı, kümede bırakmayı başardım.
 
2013 Mayıs ayında, UEFA’nın açmış olduğu kursta başarılı olup diploma almaya hak kazandım. Kurs Antalya’daydı. Bu arada Dikilitaş haber gönderiyordu, bir yere gitmemem için. Oysa İstanbul’a gittiğimde gördüm ki bir başkasıyla anlaşmışlar. Ben de kafamı dinleyip tatil yapmak amacıyla memleketin, Elazığ’ın yolunu tuttum. Annemin evinde kaldım bir süre. Bağ bahçe işleriyle uğraştım.   
 
Futbolcu çıkmıyor diyorlar sık sık, ben buna inanmıyorum. Türkiye’de ülke çok iyi taranırsa, iyi antrenörler çalıştırılırsa ülkemiz bir futbolcu yatağı ve çok iyi futbolcular çıkar. Yurdumuzda çok iyi futbolcular yetişiyor aslında ama çok büyük bir idareci sorunu var, ayrıca antrenör sorunu da. Çocuklara, gençlere iyi gözle bakmak lazım. Ne kadar iyi gözle bakarsanız, ne kadar iyi eğitirseniz, çocuklar da kendilerine iyi bakarlarsa iyi netice alınır. Önümüz açık bu nedenle.
 
Abdullah Avcı ile de çalışmıştım, Türkiye’nin sorunlarını iyi bilen biri. Ama ilkin amatör kümeleri düzeltmesi gerekiyor. Maddi koşulları, amatör kulüplerin koşullarını. Sahalar düzelmeli, idareciler eğitilmeli, antrenörler bilgilendirilmeli. Çünkü Türk insanı bence çok yetenekli.
 
Bizler toprak sahalardan geldik, berbat zeminlerde top oynadık. Şimdiki gençler çok şanslı, her şey çok güzel, sahalar eskisiyle kıyaslanmayacak kadar düzgün, formalar şahane, toplar fıstık gibi. Ama gençlere iyi bakmamız gerekiyor.
 
Neden kalecilik diye sorulursa ise mahallede kalecilik bana düşerdi. Cesurdum ayrıca, gözümü budaktan esirgemezdim. Özverilidir kaleciler, bayağı da delidirler. Kalecilik delilik olmadan yapılmaz.
 
Kalecilik yaptığım uzun yıllar içinde hiç sakatlanmadım. Çünkü kendime iyi bakıyordum. Suratıma gelen tekmeler dışında bir sorunum olmadı. Bir de ben çok cesurdum. Taşa atlıyordum. Zımpara gibiydi toprak sahalar. Cesur olduğum için de hiç korkmazdım forvetlerden. Forvetler benden korkardı.
 
Kaleciliğimle ilgili Bediz Baysal’dan topa nasıl yatılır, nasıl bloke edilir öğrenmiştim. Hepsi bu. Gerisini kendi kendime öğrendim. Yetenekliydim, çözdüm işte. Eskiden kaleci antrenörü yoktu. Rıdvan abi antrenmandan yarım saat önce çağırırdı, topları on sekize diker, çalıştırırdı bizi. Şimdiki kaleciler çok şanslı. Ama nedense o yıllardaki kaleci kalitesine asla ulaşılmadı. Bunun da nedeni çocukları rahat bırakmamamız. Kendi yeteneklerini geliştirmek için onları özgür bırakmamız gerekiyor oysa. Bir kalıba sokmaya uğraşıyoruz, yanlış bu. Bence bir oyuncu, hele hele bir kaleci bir kalıba sokulmamalı.
 
Ben antrenmanlara gider büyük kalecileri seyrederdim, Varol’u, Necmi’yi, Yasin’i, Nihat’ı, Sabri’yi. Kendime örnek alıyordum bunları. Bir de her takımda üç dört tane iyi kaleci vardı. Şimdi her şey iyi ama kaleci çıkmıyor. Dahası çocuklar oynamak istemiyor çünkü sürekli tenkit yiyorlar. Herkes tenkit ediyor. Hatalı gol yediği zaman çocuk demoralize oluyor. Bir hatalı gol daha yersem ne olur, küfür mü ederler, yedeğe mi düşerim diye çöküntüye giriyor.  
 
Futbol dışında bir ilgi alanım yok diyebilirim. 1983 yılında evlendim. Üç tane kızım var. Bir tane de torunum. Çok mutlu bir yaşamım var ailemle.
 
Davutpaşa’nın durumuna çok üzülenlerdenim. Oysa köklü bir kulüp Davutpaşa. Aynen Karagümrük gibi, Vefa gibi. Amatör kümede oynamamız hüzün verici. Çünkü belediyeler, yerel yönetimler bize hiç yardımcı olmadılar bugüne kadar. Üstelik de sahamızı, Çukurbostan’ı elimizden aldılar. Önce iş yeri yapmaya çalıştılar, sonra da park. Vazgeçtiler, bir daha vazgeçtiler, şimdi  park yapmaya uğraşıyorlar yeniden. Oysa Çukurbostan oyuncu ocağıydı. İstanbul’da futbol kültürünün en yoğun olduğu yerlerden belki de başlıcasıydı.
 
İstanbul Fatih’te toplam elli iki amatör takım var. Oysa sahalar sınırlı. Belediyeler sadece rant peşinde koşturduğu için bütün alanları ele geçirdiler. Yok park alanıymış, çay bahçesiymiş. Peki, gençlik ne oldu, soruyorum. Ben onlara baktıkça çok üzülüyorum, çünkü gençler meyhanelere, ya da kahve köşelerine gidiyorlar. Kötü alışkanlıklar ediniyorlar. Oysa spor yapmak ne kadar önemli. Kendimden örnek vereyim. Ben on sekiz sene top oynadım, spor yaptım. Ve böylece hiçbir kötü alışkanlık edinmedim. Hiç kimseye de kötü örnek olmadım.
 
Davutpaşa’ya bakın, burası bir ocak. Burada neler, kimler yetişmiş. Alpaslan Eratlı, Engin Verel, Hilmi Kiremitçi, Yılmaz Şen, Capon Rıdvan, Fuat Saner, Rafet Vural, Babür Bentürk, Bolulu kaleci Hikmet, Yavuz Bentürk, Sefa Erfa, Savaş Vardoğan, İbrahim Akan, Ali Açıkgöz, Oktay Mat, Zeki Temizer, Necati Balaban, Galatasaraylı Ali, Hüseyin Çakıroğlu, Enver Tuna, Tahir Timur, kaleci Muharrem Önen, kaleci Bediz Baysal, Altaylı Cavit yetişmiş. Burası Türkiye’nin ocağı. Çapa, Davutpaşa, Şehremeni. Burası Türkiye’nin kalbi. Siz bu kalbi ortadan söküp alırsanız buradan sporcu çıkmaz, çıksa çıksa serseri çıkar.
 
Demek ki belediyelerin bu konularda yardımcı olması zorunlu. Ama olmuyorlar. Çocukların oynayacağı alan yok. Oysa bizim zamanımızda herkes oynuyordu. Arsa vardı, iyi topçular çıkıyordu. Ama artık imkansız bu. Bizim zamanımızda İstanbul’un bir kültürü vardı. Sineması boldu, yazlığı da vardı, kışlığı da. Tiyatrosu boldu. Oynayacak alanlar vardı. Ama ne yazık ki bu kültürü öldürdüler. Belediyeler öldürdü, hükümetler öldürdü.
 
Biz dünyanın en yetenekli insanlarıyız. Ben bunu gördüm, yaşadım. Avrupalılar bizden asla yetenekli değil. Ama imkanları çok iyi. Onlar gençleri seviyorlar, bizler ise sevmiyoruz. Ve yardımcı olmuyoruz. Yardımcı olabilmemiz için fiziki şartları yeterli kılmamız gerekiyor. Sahaları, okulumuzu, yemekhanemizi, yatakhanemizi yapacağız. İyi antrenör, iyi idareci yetiştireceğiz. Bu durumda yeryüzünde yenemeyeceğimiz hiçbir ülke yok diyorum. Ama ne yazık ki bu olanaklardan çok uzağız, devamlılığımız yok, sürünüyoruz.
 
İşte Davutpaşa kulübünün de problemi bu. Biz itildik ve ötelendik.Bir köşede sahipsiziz ve bu benim de, bu kulübe gönül vermiş, emek harcamışların da zoruna gidiyor. Bu takımı Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanlarından Recep Peker kurmuş.
 
Şimdi başka bir örnek vereyim. Karşılıklı top oynadığım bir insan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın sahip çıkışıyla  Kasımpaşa kulübü destekleniyor. Altyapısıyla, sahasıyla, takımıyla desteklenip zengin kılınıyor. Peki neden aynı şeyleri Davutpaşa’ya yapmıyorsunuz? Oyu halkımızdan almıyor musunuz? Ben bunları hep yüksek sesle dile getiriyorum ama sözümü kimseye dinletemiyorum. Türkiye futbol federasyonuna, İstanbul bölge sorumlularına sesleniyorum. Tarla olmazsa, fabrika olmazsa nasıl kaliteli oyuncu çıkaracaksınız? Takımlar para verip Gençlik Spor İl Müdürlüğünün sahalarında çalışıyorlar, kulüplere paran var mı, yok mu diye soran yok. Bu kulüpler nasıl yaşayacak? Oysa belediyeler kendi ellerinde olan sahaları semt takımlarına açarak, sabahtan akşama kadar antrenman yapıyorlar. Gençlik Spor İl Müdürlüğünün kendisindeki stadları devrederek yerel yönetimlere vermesi gerekir. Böylece kulüpler rahatlar, oyuncu ve saha konusunda zorluk çekmezler. Oy verdiğimiz insanların bunları göz önüne alması gerekir. Ve zorunludur da.’’
 
                      
X